9 Haziran’da tamamlanan Avrupa Parlamentosu seçimleri, kıtanın iki lokomotif ülkesi Almanya ve Fransa’da aşırı sağın gücünü pekiştirdi. Ukrayna Savaşı, demografik gerileme, ekonomik krizler ve düzensiz göçmen meselesi gibi iç içe geçmiş meseleler karşısında çözüm üretemeyen merkez sağ ve merkez sol iktidarların kullanma süresinin dolduğu, seçmen nezdinde karşılıklarının azaldığı görüldü. 9 Haziran akşamı Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bir siyasi kumara imza atarak parlamentoyu fesih ve erken seçim kararıyla ilk hamleyi yapan siyasi olurken, Almanya Başbakanı Olaf Scholz’a seçim sonuçları yüzyıllık darbe vurdu. Berlin’de erken seçim çağrıları yapılmaya başlandı.
Almanya’da Başbakan Olaf Scholz’un liderliğindeki üçlü koalisyon seçimlerde adeta çakıldı. Scholz’un partisi SPD, 100 yıllık tarihinin en kötü seçim sonucunu yüzde 13,9’la alırken, Yeşiller ve Liberal Demokratlar da hüsran yaşadı. Aşırı sağcı AfD yüzde 15,9 ile ikinci parti çıktı. Seçimde Hristiyan Demokratlar (CDU/CSU) yüzde 30 ile birinci oldu. Sonuçların ardından hem CDU/CSU’dan hem de AfD’den iktidara erken seçim çağrısı geldi. CSU Lideri Markus Soeder, Fransa’da alınan kararı örnek göstererek Başbakan Scholz’a erken seçim çağrısı yaptı. AfD Eş Başkanı Alice Weidel de benzer bir çağrıda bulundu. Yine muhalefetten güven oylaması talebi de geldi.
Almanya’da genel seçimler 2025’in sonbahar aylarında yapılacak. Ülkedeki siyasi geleneğe göre seçime kısa süre kala erken seçime gidilmesi beklenmiyor. Ancak mevcut koalisyonun üç partili yapısı ve hükümet içindeki yoğun anlaşmazlığın bu geleneği bozabileceği değerlendiriliyor. Yine eleştirilerin hedefindeki Scholz’un erken seçim yerine CDU/CSU ile bir koalisyon üzerinde durabileceği de belirtiliyor.
AP seçimleri, Almanya’nın siyaseten ikiye bölündüğünü de ortaya çıkardı. Sonuçlara göre Almanya’nın doğusunda açılan sandıklardan parti olarak yüzde 27 ile ırkçı AfD partisi önde geldi. AfD’yi yüzde 20 ile Hristiyan Demokratlar izledi. İktidardaki koalisyon partileri ise hezimet yaşadı. Oy oranlarına göre haritalandırılan siyasi bölünmenin Berlin Duvarı yıkılmadan önceki Batı Almanya ve Doğu Almanya sınırlarını göstermesi, aradan geçen 35 yıllık zaman diliminde birleşmenin hâlâ gerçekleşmediği yorumunu beraberinde getirdi.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron Fransız Parlamentosunu feshederek, erken seçim kararı alması ise ülkede eleştirilerin odağında. Le Monde gazetesi, Macron’un “Fransa’yı belirsizliğe sürükledi” yorumunda bulunurken, gazetenin yazarı Solenn de Royer, “Devlet Başkanı ateşle oynuyor, hem kendini yakabilir hem de ülkeyi kendisiyle birlikte aşağı çekebilir” eleştirisini dile getirdi. Le Parisien ise Macron’un kararını “Siyasi deprem” diye okurlarına duyurdu. Seçimde, Ulusal Birlik Partisi (RN) yüzde 31,36 ile açık farkla ilk sırayı aldı. Macron’un partisi Rönesans ise yüzde 14,6 ile aşırı sağcı Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi’nin (RN) yarısından bile az oy oranı elde etti.
30 Haziran-7 Temmuz’da erken seçim kararı alan Macron’un, 2027’ye kadar devam edecek görev süresi boyunca, “Topal ördek” konumundan kurtulmak amacıyla bu yolu seçtiği değerlendiriliyor. Erken seçimde, aşırı sağcı partiler karşısında kendi partisine desteğin artacağı varsayımında bulunduğu değerlendirilen Fransa Cumhurbaşkanı’nın “Büyük bir siyasi kumar” oynadığı kaydediliyor. Ancak Avrupalı yorumcular 20 günden kısa sürede böylesi bir desteğin sağlanmasının zor olduğunu belirtiyor. Bir gün öncesine kadar Avrupa’nın liderliğine oynayan Macron’un şimdi koltuğunu koruma mücadelesine giriştiği de yapılan yorumlar arasında öne çıkıyor.
AP seçimleri, Soğuk Savaş’ın sona ermesi sonrasında Avrupa’da uzun yıllar iktidarı ellerinde tutan liberal-sol partiler döneminin kapanması olarak da değerlendiriliyor. 2018 Finans Krizi, 2020 Kovid-19 Pandemisi ve 2022 Ukrayna Savaşı’nın etkileri sonucu hızla yıpranan merkez siyaseti oluşturan siyasi yapı yerine muhafazakar ve aşırı sağcı partilerden oluşan yeni bir yapılanmanın Avrupa’nın yeni gerçekliği olduğu değerlendiriliyor.
Aşırı sağ zaferi sonrası Fransa’da, seçimler için “solcu partilerin birleşmesi” için çağrı yapıldı. Ülkenin en büyük sendikası olan Genel İş Sendikası (CGT) açıklamasında, AP seçimlerinde sandığa gitmeyenlerin oranı ile aşırı sağcıların oy oranının yükseldiğine işaret edilerek, “Bu eğilim, tüm Avrupa’da geçerli ancak aşırı sağcı listelerin en yüksek puan aldığı ve ilerleme kaydettiği ülke Fransa” denildi.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz, seçim sonuçlarına ilişkin “Sonuç üç iktidar partisi için de kötü oldu. Kimsenin her zamanki gibi işine geri dönmesi beklenmez ancak işimizi yapmamız da önemlidir” dedi. Scholz, “Buna asla alışmamalıyız. Demokrasimize, hukukun üstünlüğüne, bizi hala AB olarak tanımlayan şeylere açık bir bağlılık gösteren ve bunu temsil eden partiler lehine açık, net çoğunluklar olmasını sağlamak bizim görevimiz olmalıdır” ifadelerini kullandı.
Öte yandan İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin geçmişi neo-faşist hareketlere dayanan partisi İtalya’nın Kardeşleri (FdI) yüzde 26-30 bandında bir oy oranıyla birinci çıkması bekleniyor. Bu 2019’daki seçimlere göre yüzde 20’lik bir artışı gösteriyor. Fransa ve Almanya’daki mevkidaşları oy kaybederken, Meloni’nin yükseliş trendinde olması Avrupa Birliği siyaseti üzerinde oyun kurucu aktör konumuna yükselmesinin önünü açacak.
Avrupa’da yükselen aşırı sağ siyasetin Kasım ayında yapılacak ABD Başkanlık Seçimlerinin sonuçlarından da güç alabileceği değerlendiriliyor. İlk başkanlık döneminde Avrupa’daki aşırı sağcı yapılarla ilişki kuran eski ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci kez seçilmesi güçlü bir ihtimal. Bu senaryoya göre Trump’ın başkan olması, Avrupa’daki aşırı sağ partilerin iktidara yürüyüşünü daha da hızlandırabilir. Marine Le Pen, Geert Wilders, Giorgia Meloni ve Victor Orban gibi liderlerin Trump ile yakın ilişkiye sahip olduğu biliniyor.